PARİS ( Ağustos 2010 / FRANSA)

İtalya Pisa'dan bindiğim Rynair uçağım, saat 18.00 de Paris Beauvais (BVA) havaalanına inmişti. Bu havaalanı şehrin 2 saat uzağında bulunuyor. Genelde low-cost uçuşlarda kullanılan bir havaalanı olduğu için, (ben de 19 Euroya uçmuştum!) çok köhne pis ve minicik bir havaalanıydı..Ben ilk alana indiğimde, Paris'e gelip gelmediğimden şüphe etmiştim ve hayal kırıklığına uğramıştım. Ama sonra öğrendim ki, Paris'e daha yolum varmış :)

Yine Macera, Yine Macera
Saat 18.00 da alana indiğimde, hava aydınlıktı; gayet ideal bir saatti aslında. Daha önce hiç görmediğim, yıllardır Paris'te yaşayan ablamın arkadaşı Faruk beni alandan aldı. Önce bir kahve, sonra güzel bir Meksika Restaurantında yemek derken, sohbet muhabbet ilerlemiş; ve saat da baya geçmişti. Neyse, Faruk beni Paris merkezde bulunan hostelime bırakacaktı. Ancak kendisi beni yanlış metro durağında bırakınca, ve sonrasında benim tekrar metroya binmem ve yürümem gerekince işler karıştı! Evet aslında, uçak iner inmez oyalanmadan merkeze geleydik iyiydi ,saat erkendi daha.Ama Faruk beni bıraktığında saat 23.00 yi geçiyordu ve ortalık bildiğin karanlıktı. Neyse; hostelime ulaşmam için metroya binmem gerekiyordu. Ama bende bilet/jeton yoktu ve tüm gişeler de kapalıydı. İstanbul'dan alışık olduğum üzere, birine yanaşıp "Fazla Akbil'iniz var mı?" diyecektim ama etrafta kimse de yoktu..Ben de bu durumda sırtımda kocaman valiz çantamla, turnikelerin üzerinden atlayıp yoluma devam ettim. ancak korkmadım değil, Pariste daha ilk saatlerimde illegal şeyler yapmaya başlamıştım :)
Metroda 3 durak sonra inmem ve sonra yürümem gerekiyordu hostelime ulaşmam için.Ancak metroda o az insan vardı ve olanların da tipleri pek iç açıcı değildi. Korkmaya başlamıştım. Zaten sırtımda kocaman valizimle tam bir turist şekli çiziyordum ve bu her zaman yerellerin ilgisini çekerdi. "buranın yabacısı, hiç bir yer bilmiyor, turist işte!" 4-5 erkek gencin bana bakıp beni rahatsız etmesi üzerine iyice huzursuz olmaya başladım. Oturduğum yerden kalkıp başka bir yere oturunca aynı erkek gurubu da, kalkıp benim gittiğim yönde beni takip ediyorlardı. Fransızca konuştukları için bir şey anlamıyordum.Baktım bana daha da yakınlaşmaya başlıyorlar ben de ineceğim duraktan bir önceki durakta inerek kendimi karanlık sokaklara attım..Biraz fazla yürüdüm ve yoruldum; ama hostelime vardığımda derin bir ohhhh! çektim .. :)
Güzel bir duş alıp uyku moduna geçtikten sonra, oda arkadaşlarım 3 tane Hong Konglu çocuğun uzun süre ışığı açık bırakmasından hiç rahatsız olmadım bile :)


Paris: Modanın, lüksün, parfümün, sanatın, faşizmin, edebiyatın, romantizmin şehri...
Paris Fransa'nın başkenti ve İle-de-France bölgesinin merkezi. Paris'in nüfusu 2 milyon civarındaymış. Paris'te sol yaka (güney) sanatçı ve entelektüellerin meskeni (Sorbonne Üniversitesi, Academie Française, küçük sanat galerileri, yayın evleri) iken, Sağ yaka (kuzey) ise daha çok burjuvazinin kalesiymiş (en iyi oteller, lüks mağazalar). Ama her geçen yıl bu net ayrımı yapmak daha da zorlanıyormuş. Bu iki yakayı birbirine bağlayan onlarca köprüler üzerinden insanlar birbirine daha da kaynaşır olmuş :)

Paris insanına gelince, ben pek sevdiğimi söyleyemem.Bir kere en başta kabalar. Kadın erkek çoğu kaba..Evet bazı bayanlar asık suratlı olsa da; çok hoş, zarif ve şık gözüküyorlar; ama öyle sahneler gördüm ki, o mis kokulu kadınlar ağzını açınca ne kadar çirkef olabiliyorlarmış. :/

Gezmeye başlıyoruz!
İlk gün uyanır uyanmaz, hostelde mısır gevrekli kahvaltımı yaptıktan sonra, koşa koşa Louvre müzesine gitmeyi planlıyordum.Ama kahvaltı ederken tanıştığım İrlandalı çift, "free walking tour" a katıalcaklarını söyleyince ben de onların peşine takıldım. Hep söylediğim gibi, bir şehirde yapılacak en güzel ilk gün aktivitesi "Free Walking Tour". Hergün, saat 11.00 ve 13:00 de Notre Dame'nin karşı yakasındaki Palace St. Michel heykeli önünden kalkıyor bu tur. 3,5 saat boyunca yürüyüp, dilimiz dışarıda kendimizden geçip acıktığımızda aslında merkezdeki bir çok yeri görmüştüm.

Notre Dame de Paris, The Latin Quarter, Ile-de-la-Cité, Pont Neuf, The Louvre, Palais Royal, Haussmann’s Renovations, Eiffel Tower, Tuileries Gardens, Les Invalides, Académie Française, Opéra Garnier, Musée d’Orsay, Pont Alexandre III, Napoléon’s Tomb, Assemblé Nationale, Champs-Élysées, Grand & Petit Palais,Place de la Concorde..
Tabii ki müzelerin içine falan girmeden, Eiffel' in tepesine çıkmadan, hızlıca "şehirde ne var?" turuydu bu :)

Benim en sevdiğim yer Sen nehri üzerindeki Ile-de -la-Cite adası ve civarı oldu. Çünkü Notre Dame katedrali de, gemi biçimindeki bu ada üzerinde ve Louvre Müzesi de yakında, adanın hemen karşısında.



Bu turdan sonra Eiffel'in civarındaki minik bir restaurant ta şarap peynir keyfi yaptık ve Paris'ten konuştuk. Bu arada, hostelde tanıştığım İrlandalı çift yorgunluktan çoktan kaçmışlardı ; bir daha da görmedim onları :)

Akşamüstü odaya dinlenmeye geldiğimde, Hong Kong'lu çocukların gitmiş, sevgili Danny'nin gelmiş olduğunu gördüm. Danny çok kibar bir İngiliz'di. Belki de Paris'te geçirdiğim en güzel zamanlar onunlaydı..Kendisi hayvanlar ve doğayla ilgili gözüküp, detayları merak edince, ben de saatler boyunca ona kaplumbağalarım Düğme ve İlik'i anlatmıştım :) İlk akşam hostelde onunla sohbet edip, vakitlice yattım.

Louvre!

Sabah uyandığımda koşa koşa Louvre Müzesine gittim. Metro ile gittiğim için, müzenin yerin altındaki o girişinde bulunan ters cam piramidi de görme şansım oldu. Böyle bir şeyin varlığından haberdar değildim ; sadece yukarıdaki ana girişteki o dev cam piramidi biliyordum. Denk gele karşıma çıkınca gerçekten çok mutlu olmuştum..

Louvre'un yapımı sekiz yüzyıl boyunca devam etmiş. XIV.Louis, kraliyet sarayını Versailles'e taşıdığı zaman Louvre'u sanatçı ve heykeltraşlara bırakmış, sonra 1793 de devrimciler burayı müze haline getirmiş.

Şu an müzede 250.000 sanat eseri bulunuyormuş, bir sanat tarihi öğrencisi burada kendinden geçebilir heralde :) Ben sadece 4-5 saatte ayırabildim.Sanat'ın ve sanatçının yanındayımdır, ama bu kadarı bana yetti :)


Müzede geniş koridorlardan başka bir koridora bağlanırken kaybolmanız çok büyük olasılık. Ben gişeden ücretsiz  olarak verilen, her katın ayrı renkle belirtildiği, çok detaylı hazırlanmış bir yerleşim planı, kroki alsam da ; yine de kayboldum, aynı yerden birkaç defa geçmek zorunda kaldım :)



Müze bölümlere ayrılmış: Orta çağ Hendeği, Mısır (IV. Amenophis in dev heykeli), Mezapotamya (Hammurabi Kanunlarının taş tabletleri), Yunanistan (mükemmel orantılı vücuduyla güzel Milo Venüsü ), Fransa, Hollanda ve Flaman, İspanya, Almanya, İngiltere gibi bölümler..Ama İtalya bölümü var ki, orası gerçekten çok güzel ! İtalya'da göremediğim Michelangelo 'nun "two slaves" İki Kölesi, Da vinci 'nin "Mona Lisa" sı, "Kayalıkların Bakiresi" , Tiziano'nun "Saçını Tarayan Kadın" gibi tabloları gerçekten görülmeye değer..Hatta sanırım tüm müzenin en beğendiğim bölümü bu "İtalya" bölümü diyebilirim.Her ne kadar Boğa burcu olsam da , sanattan pek anlamadığımı düşünürüm..Ama yine de beni gerçekten etkiledi Louvre.

Esmeralda oralarda mıdır acaba?
Notre Dame Katedrali aslında belki de Louvre'dan bile daha çok merak ettiğim bir yerdi. Belki de bunun sebebi ; çocukluğumdan beri okuduğum, izlediğim Victor  Hugo'nun eseri "Notre Dame'ın Kamburu"ydu.

Burayı gezerken hep kulağımda şu linkteki şarkı ve gözümde yine bu görüntüler vardı. http://www.youtube.com/watch?v=aBXeXBpTVOk


Bir yerde okumuştum; erken Gotik harikası Notre Dame'ın asıl amacı heyecan uyandırmakmış.Gerek dışardan mimarisi ,gerek içerideki vitraylarla beni baya bir heyecanlandırdı gerçekten :)

Notre Dame'ın merkezindeki ünlü "Gül Pencere" de düşüşten sonra, kurtuluş betimlenmiş.Haç Şeklindeki kilisenin diğer kollarını (transept) aydınlatan diğer gül pencerelerden kuzeyde olanındaki camlar, 13.yy dan günümüze kadar gelmiş.Katedrale adını veren "Bakire ve Çocuk" ise koro alanının sağ tarafında.
Kuzey kulesine çıkmak biraz yorucu, 250 basamak çıkmak gerekiyor.Ama Notre Dame'ın çörtenlerini (şeytansı yaratık) ve Paris'in mükemmel manzarasını görmeniz için bu yorgunluğa katlanmanız şart! :) 120 basamaklık güney kulesine çıkınca ise, 1680 yılından kalma, 13 tonluk dev çanı görebilirsiniz.

Notre Dame'ın hemen önündeki kuşlara yemek yermeyi unutmayın! Eğer yanınızda yiyecek bir şey yoksa, orada pirinç buğday gibi şeyler satan bir adam da var.Çok çok çok keyif aldığım bir andı! :)



Başka Görülesi Yerler

Paris merkezden biraz uzakta bulunan La Defence; bizim Maslak gibi bir yer. Ben tam öğle saatlerinde, atladığım bir metro ile oraya gitmiştim. Kocaman göktelenlerden, plazalardan çıkan beyaz yaka tipler; kocaman taş yığını meydandaki cafelerde, ya da banklarda oturmuş yemek yiyorlardı. Öğle arası zamanıydı onlar için :) Dev dev dev; yani kocaman Grande Arche! Bu dev sehpaya benzeyen yapı (bunu ben uydurdum) diğer kulelerden biraz daha uzakta, ancak yanına gidince ne kadar büyük olduğunu anlayabiliyorsunuz. 110 metre yüksekliğinde ve 106 metre genişliğinde, içi oyuk küp şeklindeki bu yapını ayaklarının arasına Notre Dame sığacak kadar büyükmüş! (öyle diyorlar)


2001 yapımı ünlü Fransız filmi Amelie'nin çekildiği yerleri de buraya kadar gelmişken görmek lazım. Montmarte'yi gezmenin en iyi yolu, en tepeden başlayıp aşağı doğru yürümek, dar sokaklardan geçmek. Amelie'nin gittiği sinemanın önünden geçip (studio 28 cinema), çalıştığı cafe de oturup soluklanabilirsiniz. (Le Café des Deux Moulins) Buralarda yürürken,çok sevdiğim Audrey Tautou sanki bu sokaklardan fırlayıp karşıma çıkacakmış gibi geldi :)
Paranın konuştuğu, güzel kallavi bir yemek yerine aynı parayı tek bir espresso shot için verdiğiniz ye : tabii ki Şanzelize! :) O caddede yürürken saçma bir biçimde, ayrı bir havaya bürünmüştüm.Güneş gözlüğümün arkasından; acaba ünlülerden tanıdık birini görür müyüm diye gözlerim fıldır fıldır dönüyordu ..Ünlü artistlerden kimseyi görmedim, ama orda herhangi bir cafede oturup kahvemi yudumlarken gelen geçen insanlara bakmak çok keyifliydi. Champs-Elysées!

Pompidou Center 'a ben gitmedim ama sonradan gidenlerden duyduğuma göre, gerçekten o değişik tasarımlı binanın görülmesi gerekiyormuş :( Modern Sanatlar Ulusal Müzesi de burada olup, bu müzede 45.000 eser arasında Kübizm, Sürrealizm, Soyut Ekspresyonizm ve bunun gibi akımlara ait çeşitli eserler görebilirmişsiniz. Ben gitmedim, içimde kaldı; siz gidin :)

Bir diğer gitmediğim yer ise Versailles. Paris'ten 25 km uzaklıkta, megaloman kral XIV. Louis'in mekanı :)  Güneş Kral diye bilinen XIV. Louis sarayı, dev bahçeleri, mermer büstler ile tüm gününüzü geçirebileceğiniz bir yermiş.
Bir de tercih edenler için Disneyland Paris'i önerebilirim.Ancak benim görüşüm, buradaki yerine orijinaline yani Amerika'da Orlando'da gitmek gerekir! Florida Orlando'daki tüm parklar fazlasıyla fazlasıyla tatmin ediciydi benim için ;)

Paris'te en keyifli vakit geçirdiğim anlardan biri de Eiffel Kulesi ne çıktığımız akşamdı. Bir akşamüstü güneş gittikten sonra, İngiliz kanka Danny ile marketten aldığımız şaraplar ve peynir ile; Eyfel'in karşısındaki çimlere boylu boyunca uzanıp içmeye başlamıştık. (Buarada enfes Fransız şarapları sudan ucuz!) Bizimle beraber çimlerde yatan, top oynayan bir sürü insan vardı. Hava karardıktan sonra, Eyfel kulesi çok güzel ışıklanmıştı. Gündüz gözüme pek güzel gözükmeyen bu demir yığını, esas şimdi anlamlılaşmaya başlamıştı. Bir de saat başlarında, beş dakikalık küçük bir ışık oyunu daha da hareket katıyordu bu görsel şölene. Vakit ilerleyip, kandaki alkol oranı arttıktan sonra metrelerce uzunluktaki kuyruğa girip Eyfel'in en tepesine kadar çıktık. Aslında Danny'nin yükseklik korkusu vardı ama alkolün etkisiyle bu korkusu da minimize oldu ve biz Eiffel'in en en tepesinde, güvenlik bizi kovana kadar durduk, güzel Paris silüetinin keyfine vardık. 



Bu benim Paris'te son akşamımdı, ertesi sabahın köründe (5:00da) uçağım vardı. Eiffel'in etkisinden çıkmamız, köprülerde fotoğraf çekilmemiz, ve hostele yürümemiz derken saat hayli geç olmuştu. Hemen yattım. 1 saat sonra uyanıp odadan çıktım ve sabaha karşı yoldan taksi çevirmeye çalıştım..Çok şanslıydım ki, yoldan geçen bir taksi beni aldı. Çok önemli bir not: kritik saatlerde yollarda taksi bulmak zor, o yüzden önceden taksi durağını arayıp rezervasyon yaptırmak gerekiyor!


Yapmadan Gelmeyin!
Louvre Müzesine en az 2 saatinizi ayırmadan, Notre Dame'a hayran kalmadan, Moulin Rouge'da gösteri izlemeden (şık giyinmeyi unutmayın), Eiffel Kulesinin karşısındaki çimlere akşam yatıp şarap içmeden gelmeyin!


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder